Hakikatin Sosyal Medyada Kayboluşu…
“Paylaşmanın bu kadar kolay olduğu yerde, hissetmenin bu kadar zor olması tesadüf mü?”
“Bir tuşla görünür olduk; ama görünmez hale gelen duygularımız ne olacak?”
Artık herkesin elinde bir kamera, yüzünde sahtelik var. Gerçek, yaşanmak yerine kurgulanıyor; dolayısıyla hisler anlamını yitiriyor. İnsanlar mutlu görünmeyi, mutlu olmaya tercih ediyor. Kalbimizde sakladığımız duygular, şimdi herkese açık “hikâye” olarak paylaşılıyor; samimiyet, bir tıklama süresine sıkışıyor.
Duygusal Erozyon:
Bir zamanlar bir duygunun olgunlaşması zaman isterdi. Yaşanır, sindirilir, sonra kelimeye dönüşürdü. Şimdi parmak uçlarımızda hızla yazılan cümleler var; içinde beklemenin, özlemenin, içtenliğin izi yok. Her şey “anlık”; Hisler, fotoğraf filtresi kadar sahte, yüz ifadeleri kadar ezber; o yüzden acının, öfkenin, sevginin, sevincin kıymeti kalmadı.
Artık “yaşamak” yerine “paylaşmak” var.
Ve insan, her paylaşımında biraz daha eksiliyor… Yaşamadığı şeyleri gösterirken, yaşadığı şeylerin anlamını yitirdiğinin farkında değil. Gözyaşı bile içten akmaz olmuş; çünkü ağlamak sosyal medyada“görülmediğinde” bir işe yaramıyor.
Belki de en çok, hissetmediğimizi göstermek zorunda kalmaktan yorulduk. Oysa duyguların kıymeti, görünür olmalarında değil; insanın içinde yankı bulmalarında. Gerçek his, tanık istemez — sadece hakikati duyan bir kalp ister.
Hakikatin Parçalanışı:
Hakikat, kişisel bir vitrine dönüştü. Her ekran, her paylaşım, kendi “gerçeğini” üretme derdinde. Herkesin doğrusu, takipçisi kadar büyük. Oysa bir toplum, gerçeği yitirdiğinde sadece bilgisini değil, kendini de kaybeder.
Sosyal medya, görünür olmayı var olmanın önüne koydu. Gerçeği eğip büken bir vitrin haline geldi. Orada herkes biraz daha güzel, biraz daha başarılı, biraz daha huzurlu…
İnsan, kendini anlatmak yerine kendini “pazarlamaya” başladı. Kurgulanmış mutluluklar, yapay acılar, süslenmiş hayatlar… Gerçek, artık dikkat çekmediği için değersiz sayılıyor. Ve ironik bir biçimde, “her şeyin paylaşıldığı” bu çağda, en büyük eksiklik “hakikat” oluyor.
Çözüm ve Umut: Sessizliğin Gücü…
Hakikat eskiden uğruna bedel ödenen bir şeydi; şimdi ise “beğeni” karşılığında satılabiliyor. Gerçek ve içtenlik, takipçi sayısına kurban edildi. Oysa gerçek, ne ışığın altında parlar ne de kameranın önünde. Gerçek, çoğu zaman sessizdir — çünkü hakikatin sesi yankı aramaz, vicdan arar.
Belki de hakikati yeniden bulmanın, kendin olmanın yolu, biraz susmaktan geçiyor. Bir şey söylemeden önce dinlemekten, göstermeden önce hissetmekten… Çünkü sessizlik, insanın kendini duymasına izin verir; gürültüden uzaklaştıkça insan, gerçeğe yaklaşır.
Sosyal medyanın karmaşasında kaybolan kalpler, düşünceler belki de yeniden sadeleşmeye ihtiyaç duyuyor. Gerçek, orada bir yerlerde hâlâ bekliyor: sessiz bir akşamda, samimi bir tebessümde, kimse görmeden yapılan bir iyilikte.
Hakikati yeniden sevmek için onu göstermeye değil, yaşamaya niyet etmek gerek.
Bir cevap yazın