BİR ZAMANLAR BİR PARTİ VARDI!..
Bir dönem o parti, siyaset tabelasından fazlasıydı.
Bir fikri, bir ideali, bir ülke hayalini taşırdı omuzlarında. İnsanlar, o partide makam aramak için değil; bir davaya omuz vermek için bulunurdu. Bir inancın, bir idealin, bir ülke tasavvurunun etrafında toplanılırdı. “Biz” kelimesi samimiydi, çünkü ortak bir hedefe, ortak bir vicdana işaret ederdi. “Biz” derken, sadece bir seçmen topluluğunu değil; aynı düşü paylaşan, aynı fedakârlığı göze alan insanlar anlaşılırdı.
Bir dönem, parti programları birer ülkü belgesi gibi okunurdu.
Her satırında bir yön, bir hayal vardı. İdealler, çıkarın değil, inancın toprağında yeşerirdi.
İdealistlik, bir duruşun adı olarak anılır, bedel ödemeyi de bilirlerdi.
(Her ne kadar siyaset, idealistleri “romantik” diye küçümsüyor olsa da, tarih, her dönemde asıl değişimi o “romantiklerin” başlattığını yazar.)
Bugün ise parti programları, kısa vadeli vaatlerin kalabalığına dönüşmüş durumda.
Kâğıt üzerinde yazılanlar, iktidar hevesinin gölgesinde soluyor. “Biz” duygusunun üzerinde, kişisel hesaplar var.
Parti, temsil ettiği fikirlerden çok, içlerinde dönüp duran hesaplarla anılır oldu. Söylenen sözlerin arkasında yürek değil, bir çıkar dengesi var.
Bir zamanlar “memleket” diyerek yola çıkanlar, bugün kendi konforlarını memleketin önüne koymakta…
Fikirleriyle yürümüyorlar.
Söyledikleri söz, bir inancın değil, bir menfaatin yansıması.
İnanç yerini stratejiye, ideal yerini menfaate, liderlik yerini gösteriye bıraktı. Gösteri çok, ama öncülük yok.
İnanç değişti; liderlik de… Kısacası “değer mücadelesi” yok. Güç, sorumluluğun önüne geçmiş durumda.
Oysa siyasetin ve bir partinin asıl varlık nedeni, halkın vicdanında karşılık bulabilmesidir. Ruh, bir tabelada değil; bir davranışta, bir duruşta aranmalıdır. Ve o ruh, artık çok az yerde nefes alabiliyor. Çünkü vefa ile büyüyen değil, sadakatle yürüyen sistem kuruldu.
Sonuç olarak:
Bir parti, ideallerini ve itibarını yaşatmak istiyorsa; önce kendi içinde adaleti, liyakati, emeğe saygıyı yaşatmalıdır. Çünkü siyasette ideal, önce bir davranış biçimi olarak doğar; sonra bir ilkeye dönüşür.
Biz şimdi, sandık günleri dışında görünmeyen, seçim bittiğinde sessizliğe gömülen bir yapı görüyoruz. Oysa bir partiyi yaşatan şey, kazandığı seçimler değil; koruduğu ilkeleridir. Bir tabelanın değil, inandığı bir mücadelenin sahibi olabilmesidir.
Velhasıl, çiçek soldu; vazonun da bir önemi kalmadı artık.
Çünkü idealler bittiğinde, partiler sadece birer sembole dönüşür. Bir vazo gibi süslü, ama içi boş…
Yine de tamamen umutsuz değilim.
Bir ülkede hâlâ inatla doğruyu söyleyen, adaleti savunan, ideallerinden vazgeçmeyen bir avuç insan varsa — orada bir ruh kıvılcımı hâlâ var demektir..
Belki sessiz, belki yorgun…
Ama bir gün yeniden “biz” diyebilmenin gücünü hatırlatacak kadar canlı.
Halkımızın umudu, hâlâ bu bir avuç idealistin direncinde saklı.
Bir cevap yazın