BALIK AĞA GİRDİKTEN SONRA, HÂLİMİZ NİCE OLUR?

BALIK AĞA GİRDİKTEN SONRA, HÂLİMİZ NİCE OLUR?

Balık ağa girdikten sonra aklı başına gelir”miş.

Sanki o vakitten sonra, akıl neye yararsa!

Keşke felaketlerin boyutlarını konuştuğumuz kadar, geliyorum diyen felaketlerden nasıl korunacağımızı da konuşsak. Keşke yaşadıklarımızdan ders ve ibret almak gibi bir idraka sahip olabilsek. Keşke, “keşke” diye cümleler kuracağımız pişmanlıklarımız olmasa.

Başımıza gelen felaketlere karşı verdiğimiz tepkiler ve yaptıklarımız ortada, ya başkalarını suçluyor ya da yaşananlara kader deyip geçiyoruz.

Yarın bizi üzecek şeylere bugünden tedbir almak, olabilecekler konusunda bilgi sahibi olmak gibi bir çabamız yok. Sanki acılara bağımlı hale geldik.

Futbolu konuştuğumuz kadar sağlıklı olmayı ve yarınlarımızı konuşmuyoruz. 

Belki de en fazla ölümlerin “savaşlardan ve doğal afetlerden” olduğunu sanıyoruz. Ama bunların yol açtığı ölümlerin toplam içindeki oranı sadece yüzde 0,5 düzeyinde.

Dünyada hala pek çok insan “önlenebilir ve bulaşıcı” hastalıklar nedeniyle erken ölüyor.

Karşımızda sınırları gittikçe büyüyen, bulaşıcı ve ölümcül bir salgın var. Bizler hala, Ah! Vah! ederek vakit geçiriyoruz.

Ülkelerin gelişkinlik düzeyine göre bulaşıcı hastalıklara bağlı ölümler tarih oldu derken, bugün salgınlar yeniden üst sıralarda yer almaya başladı. (Hatırlatırım; 1980’lerde HIV/AIDS salgını dünyada ciddi ölümlere neden olmuştu. Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği rakamlara göre HIV/AIDS nedenli ölüm sayısı 32 milyondan fazla. 15. yüzyılda suçiçeği Avrupa’nın üçte birini öldürmüştü ancak bağışıklık sistemleri Avrupalılar gibi gelişmemiş olan ve ilaçları da yetersiz kalan Amerikan yerlilerinin hiçbir şansı yoktu. Milyonlarca insan öldü ve o dönem yerli nüfusun yüzde 90’ı yok oldu.)

Yine insanoğlunu savuracak bir salgınla karşı karşıyayız. İşin kötüsü bu kadar büyük tehlikeyi o kadar hafife alıyoruz ki, bir maskeyle alt edilebileceğini düşünenler bile var. (Üstelik vatandaşların taktıkları toz maskeleri hijyenik olmadığı gibi, hiçbir koruma değeri taşımıyor. Yüzde yüz koruyanı olmasa da, cerrahi maskelerin yüzde 70’e kadar daha koruyucu olduğu ifade ediliyor.)

Yaşam ciddiyet ister!

Spor merkezleri, güzellik salonları, toplu taşıma araçları, tarihi mekânlar, özellikle umumi tuvaletler ciddiyetle üzerinde durulması gereken riskli alanlar. Merak ediyorum kaçımız bu alanları kullanırken temizliğini sorguluyoruz. Ya da kendi çapımızda korunma tedbirlerimizi alıyoruz? Sık sık ellerin yıkanmasının, hapşıranlardan uzak durulmasının yanında bağışıklık sistemimizi güçlendirmemiz, hem bedensel hem de ruhsal sağlığımız konusunda daha ciddi tedbirler almamız gerekiyor.

Yaşamımızı ve sağlığımızı tehdit eden konuları, “havadan sudan konuşmalar” olarak görenler; evet, bugün “havadan ve sudan” konuşmamız gerekiyor. Çünkü “hava ve su” hem tehdit, hem çare. Mesela, “CORONA VİRÜSÜ DAMLACIK YOLU İLE BULAŞIYOR”.

Ve yine, aynı virüsten korunmak için suyun yardımı çok önemli.

Sudan bahsederken bu yıl muhtemelen bizi bekleyen bir diğer sıkıntılı durum ise; kuraklık…

Toprak ve su kaynakları karla beslenir. Maalesef bu yıl ne kış kışlığını yaptı. …ne yağmur toprağın dibine indi. Peki susuzluk tehdit’ine karşı suyla ilgili bir yetirebilme politikamız var mı?

Yetkililere hatırlatalım; hijyen, beslenme (özellikle bağışıklık sistemimizi güçlendirmemiz ve AŞI), sağlık hizmetlerine ve temiz suya erişimimiz çok önemli… 

Yoksa!

Balık ağa girdikten sonra, halimiz nice olur?

Bu gönderiyi paylaş

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

19 − two =