İÇERİDE BÜYÜYEN İHANET!..
Casuslar ve hainler devletlerarası ilişkilerin savaş kadar eski bir parçasıdırlar ve istihbarat faaliyetinin temelini oluştururlar.
Dış güçlerin en büyük umudu, içeride alkışlanan iş birlikçileri yani hainlerdir.
Bir ülkenin diz çöktürülmesi için artık tanklara, uçaklara gerek yok. İçeride konuşlandırılmış kanaat önderleri, sözde gazeteciler, karar vericiler ve suskun bürokratlar yeterlidir. Bilgi sızdırmak, güven zedelemek, halkı birbirine düşürmek modern savaşın taktiklerindendir.
İhanet zannedildiği gibi her zaman gürültülü gelmez. Çoğu zaman içeride büyür. Hem de alkışlanarak…
Ne top sesi duyarsınız, ne savaş ilanı.
Bazen sizinle gelir, inançlarınızla seslenir, millî duygularla makyajlanır. (Feto örneği gibi)
Bugün İsrail’in istihbarat teşkilatı Mossad’ın, İran’ın kalbine kadar sızabildiğini görüyoruz.
Nükleer bilim insanları, kritik güvenlik personeli, hatta siyasetin içindeki isimler üzerinden yürütülen operasyonlar…
İran’da bu kadar içeri girilebildiyse, yarın aynı modelin Türkiye’ye yönelmesi işten bile değil.
Ve bu kez de “bizdenmiş gibi görünen” bazı iç yüzler devreye girebilir.
Bilin ki hain, farklı düşünen değil; ülkesine bile isteye zarar verendir.
Bu zarar bazen bir karar, bazen bir imza, bazen bir suskunluk olur.
Bugün Türkiye olarak asıl tehdit sınırlarımızdan değil, içerideki gafletten gelebilir.
Devletin içindeki iş birlikçiler, koltuk sevdasıyla vicdanını satanlar, “millî çıkar” diyerek dış çıkar odaklarına çalışanlar…
Tarihe bakın, en büyük yıkımlar hep içeriden başlamıştır.
Sonuç; Bir milleti yıkmak isteyenler artık toprağa değil, ruhuna saldırıyor.
O ülkenin içinde kendilerine hizmet edecek isimler arıyor. Kritik kurumlara sızmak, toplumu yönlendiren kanalları ele geçirmek ve halkın güven duygusunu yerle bir etmek yetiyor.
Onlar da ne yazık ki her çağda, her coğrafyada, her milletten çıkıyor.
İsrail’in Mossad aracılığıyla İran içinde nasıl bir istihbarat ağı kurduğu artık sır değil. İran’ın kalbinde operasyonlar yürütebilen bir yapıdan söz ediyoruz. Bilgi sızdıran memurlar, sessizce görev bekleyen ajanlar, yıllarca bir makinenin dişlisi gibi işleyen hücreler…
Ve şimdi sormalıyız: Eğer İran’ın içinde bu kadar etkili olabiliyorlarsa, yarın Türkiye için de benzer senaryolar yazılmayacağını kim garanti edebilir?
Hain, yalnızca sınır ötesinden gelen bir figür değildir. Asıl yıkım içeridedir: Çürümüş vicdanlarda, satılmış akıllarda, korkudan sinmiş yüreklerde…
Hain; ülkesinin geleceğini yabancı çıkarlar uğruna satan, stratejik kurumları dış güçlere peşkeş çeken, kamunun imkânlarını kendi cebine aktaran kişidir.
İhanet, bazen bir kâğıt üzerindeki imzadır.
Bazen bir yasa değişikliğidir.
Bazen bir gazeteciyi susturmak, bir bilim insanını itibarsızlaştırmaktır.
Bazen mazluma değil, zalime göz kırpmaktır.
Ve ne acıdır ki tüm bunlar olurken, çoğu zaman susulur. Çünkü içimizdeki bazıları güce, makama, gösteriye tapar. Oysa ihanet tam da orada başlar: Güce karşı susulduğunda, adaletsizlik alkışlandığında, menfaatler öne çıktığında, kan bozukluğunda…
Bir cevap yazın